Güncel
Giriş Tarihi : 08-03-2014 12:42   Güncelleme : 08-03-2014 12:42

"Dünya Kadınlar Günü de varmış"

Usta yazar necati Atar'ın 8 mart Dünya Emekçi kadınlar günü dolayısıyla yazdığı yazı

Bu yazının sonu nasıl gelir bilmiyorum. Daha yazıya başlamadan özgürlüğüme set vurdum, çünkü yazının başlığını yazıya başlamadan koydum. Genelde yazıyı bitirir yazının başlığı üzerinde uzun uzun düşünürüm. Ama bu defa öyle olmadı. Pazar gecesi saat 23.00 sularında cep telefonumu kurcalarken gözüm birden tarihe ilişti. 07.03.2010. Pazar yazıyordu. Bir gün sonrasının “Dünya Kadınlar Günü” olacağını bilmeden içimden, ‘demek Dünya Kadınlar Günü de varmış’  cümlesini birkaç kez tekrarladım. Sonra da bir gün sonrasının Dünya Kadınlar Günü olduğunu hatırladım.

 

 

 

Öncelikle şunu hemen söylemeliyim ki, kadınları çok ama çok ciddiye alan, aynı zamanda şerlerinden korkan biriyim. Ciddiye almanın nedeni, çok ciddi ya da gözle görülür işlere imza attıklarından değil. Çünkü kadınların zaten ciddi işlerle uğraşmadığına inananlardanım.

 

Ama istediklerini yaptırdıklarından eminim. Yani kadınlar yapmak konusunda değil ama yapmak istediklerini erkeklere yaptırmak konusunda mahirdirler. Kadınlar farkında olmadan yönettikleri dünyanın fiili yöneteni olmak istiyorlar çünkü…

 

 

 

İlk gençlik yıllarımda – kitap bulamadığımdan dolayı- birkaç kadın romancı (Sevinç Çokum, Emine Işınsı gibi) okumuş olabilirim. Ama son yirmi yılda Nazan Bekiroğlu dışında okuyup ta “helal olsun” dediğim ya da başkalarına tavsiye ettiğim kadın yazar pek olmadı. Bütün şiirlerin aşk üzere yazıldığına ve kadınların âşık olamayacağına inandığım için de kadınlar tarafından yazılmış kitaplara hep önyargıyla yaklaştım. Önyargılarımı yıkmak için ufak teşebbüslerde bulunduysam da sonuçta haklı olduğumu gördüm.

 

 

 

Kadınlar olmadan edebiyat olur mu? Olur. Sanat olur mu? Olur. Şiir olur mu? Olur. Bilim olur mu? Olur. Zaten bütün bu alanlarda öne çıkıp damgasını vuran bir kadın da yok. Peki, kadınsız hayat olur mu? Olmaz. Müzik olur mu? Olmaz. Sinema olur mu? Olmaz. En güzel şarkıları kadınlar okur çünkü, hem de erkekler tarafından kendilerine yazılmış şarkıları. Kadınlar olmasaydı aşk, kadınlar olmasaydı çatışma, kadınlar olmasaydı kargaşa, kadınlar olmasaydı yaşam olmazdı. Kadınlar her şeyin içinde varlar ama kendileri olarak değil. Kadınlar hiçbişey yapmaz ama her şeyi yaptırırılar. Erkeklerse kadınlar tarafından kendilerine yaptırılan tüm işleri kendileri yapıyor sanırlar…

 

 

 

“Dünya Kadınlar Günü” Birleşmiş Milletler kararıyla alınmış. Hazin bir hikâyesi vardır bunun. 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak ilan edilmesi, 8 Mart 1857’de başlayan bir kadın direnişinin sonucudur. ABD’nin New York kentinde konfeksiyon ve tekstil fabrikalarında çalışan yaklaşık 40.000 işçinin insanlık dışı çalışma koşullarına ve düşük ücrete karşı başlattıkları grev polisin müdahalesiyle kanlı bir şekilde sonuçlanır. Polis saldırısı sonucunda çıkan yangında kadınlar çoğunlukta olmak üzere 129 işçi hayatını kaybeder. 129 kişinin cenazesine 100 bini aşkın insan katılır.

 

 

 

1910 yılında Almanya Sosyal Demokrat Parti önderlerinden Clara Zetkin, bu yangında yaşamını yitiren 129 kadın işçi anısına 8 Mart gününün “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmasını önerir. Bu öneri oy birliğiyle kabul edilir. 8 Mart dünya kadınların yürüttüğü özgürleşme mücadelesinin kutlandığı ve kadınların sorunlarının dile getirildiği bir gün haline gelir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

1910 yılında Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kabul edilen 8 Mart’ın 1977’de Birleşmiş Milletler Tarafından Dünya Kadınlar Günü olarak değiştirilmesinin üzerinden 100 yılı aşkın bir süre geçti. Konfeksiyon ve tekstil fabrikalarında başlayan direnişin bugünkü seyrine bakacak olursak durumun hiçte iç açıcı olmadığını görürüz.

 

 

 

Kadınlar, ilk insanca yaşama uğruna mücadele verdikleri yerlerde şimdi birer köle olarak çalışabilmek için gönüllü olarak sıraya girmiş durumdular. 8 Mart 1857’de o günkü çalışma koşullarını beğenmeyip, direnişe geçen kadınlar, bugünkü, çalışma koşullarını görselerdi acaba neler yaparlardı? Her yıl 8 Mart’ta ortaya çıkıp hamasi nutuklar atanların, kadınların aslında çok önemli varlıklar olduğunu anlatanların,  toplumda ve siyasette kadının rolü üzerine konferans verenlerin, kadınların içinde bulundukları şartları bildiklerini, ya da yaşadıklarını düşünmüyorum

 

 

 

“Dünya Emekçi Kadınlar Günü” nün “Dünya Kadınlar Günü” ne nasıl dönüştürüldüğünün hazin hikâyesini merak edenler varsa araştırıp okusun. Böyle bir günde oturup yas tutmuyorsa kadınlar yazıklar olsun onlara. Dünya Kadınlar Günü, kadınların ezilmişliğini, sömürülüşünü, çektiği acıları, çocuklarına iki ekmek daha fazla götürebilmek, bir şişe fazla süt içirebilmek için verdikleri mücadeleyi hatırlatmıyorsa yazıklar olsun.

 

 

 

Dünya Kadınlar Gününde, kadınların yaptığı tek şey “biz neden erkelerle aynı işleri yapamıyoruz, neden eşit değiliz”den öteye geçmiyor. Oysa bu erkeklerin sorunu değil. Kendileri iyi bir yazar, iyi bir ressam, iyi bir şair olmak istediler de erkekler mi engel oldu? Dünyada hiç kimse, hiçbir şey, hiçbir kar tanesinin kristal yapısı bile birbirine eşit değilken bunca kadın ve erkek nasıl eşit olacak birbirine?  Bir kadının olup olabileceği en iyi şey iyi bir anne olmasıdır. Hz. Ali : “Kadınlar çocuk değil, toplumu doğurur” demiştir. Kadınlarınsa bugün en çok küçümsedikleri şey ne yazık ki annelik olmuştur. Çocuklar anneleri tarafından değil, diziler tarafından emziriliyor artık.  Annelik küçümsenince toplum da kadınların arzu etmediği biçimde şekilleniyor. Sonuçta toplumu doğruna kendileri…

 

 

 

Kadınlara mahsus bir tek “Dünya kadınlar Günü” yok tabi.  Bir de “Anneler Günü” ve Sevgililer Günü” var. “Sevgililer Günü” her ne kadar kadın ve erkeği birlikte kapsıyor gibi görünse de uygulamanın öyle olmadığı aşikâr.

 

 

 

Türkçede anne kelimesi kadar insanın içini ısıtan, güven veren bir başka kelime daha yoktur. Anne gibi bir varlığın sadece kapitalizmin çarkları biraz daha iyi işlesin diye bir güne kurban edilmesi kadar utanç verici durum da yoktur. Sevgililer günü, sevgisiz geçen bir ömrün çılgın bir tüketimle dışa vurumu. Şairlerin, yazarken başlarını duvarlara vurduğu uykusuz geçen gün ve gecelerinin bedeli olan mısralarının şehirli cici kızların ve oğlanların okumaya dahi gerek görmeden, paralı hatlardan ya da kopyala-yapıştır yoluyla birbirilerine gönderdikleri cep telefonlarında gezinen hali… Sevgililer gününü unutan ya da o güne mahsus özel bir hediye almayan erkekler, bağışlanması mümkün olmayan bir suç işlemişler gibi dışlanıyor. Kimler tarafından? Elbette kadınlar tarafından…

 

 

 

Türkiye’de nerdeyse yılın günleri kadar özel gün var. Ve bütün özel günlerde hep erkeklerden bir şeyler bekleniyor. Peki, erkeklere özel bir gün yok mu? Elbette var: Babalar günü. Babalar günü sadece bir formaliteden ibaret. Eğer anneler günü olmasaydı, babalar gününün de olması mümkün değildi.

 

 

 

 

 

 

 

Oğullarına bakınca gözleri ağlamaklı olan ve onların helal yoldan evlerine iki ekmek götürmesinin dışında bir şey düşünmeyen anneler dışında, özellikle “biz erkeklerle neden eşit değiliz?” diyen bütün kadınlar dünya kadınlar gününün, anneler gününün, sevgililer gününün ne zaman olduğunu, o gün için ne yapılması ve ne istenmesi gerektiğini çok iyi bilirler.

 

 

 

Babalar gününün ne zaman olduğunuysa sadece patronlar bilir. Yani kapitalizmin babaları, büyük alış veriş merkezleri… Zavallı erkekler… Bu dünyaya kadınların isteklerini yerine getirmek üzere geldiklerini anlasalardı ne yaparlardı acaba? Koca bir ömrü nasıl geçirdiklerini düşünecek zamanları dahi olmuyor siparişleri yerine getirmekten…

 

 

 

Erkekler, sipariş edilmiş bir hayatı yaşamaktan koca bir ömrü nasıl harcadıklarının dahi farkında değiller. Koca bir ömrü borçlanarak, taksit ödeyerek, eskisinin yerine (üstelik eskimeden) hep yeni bir şeyler alarak, aklında fikrinde zikrinde olmayan şeyleri hep zorunlu bir ihtiyaçmış gibi görerek ve zamanla sahip olduğu her şeyin esiri olarak yaşamak kolay mı sanılıyor? Zavallı erkekler… Sipariş edilmiş bir hayatın gönüllü köleleri… Bütün her şeyi yaptığını sanan aslında tüm yaptıkları kadınlar tarafından kendilerine yaptırılanlar…

 

 

 

Anneler, kadınlar, sevgililer üzerine en güzel şiirleri, şarkıları, öyküleri, romanları yazan kim? Kadınların bunu düşünmeden hep bir yerlere gelememelerini erkeklere bağlamalarını anlamak mümkün değil. Erkekler olmasaydı kim yazardı kadınları, bunca şiiri, şarkıyı kim yazardı? Erkekler kadınlar için dünyanın en güzel mısralarını damıtırlarken yüreklerinden, en güzel şarkılarını, romanlarını yazarken, kadınlar bunlardan haberdar dahi olmamışlardır. Hesapsız, kitapsız, umarsız hiçbir şey beklemeden yazar erkekler; içlerinden geldiği gibi.

 

 

 

Kadınlarınsa hesapsız, kitapsız, karşılıksız bir işi yoktur. Söyleyecekleri her sözün nereye varacağını çok iyi bilirler. Yarınsız yaşamaz, risk almaz, hayatı sadece satın alınabilen şeylerden ibaret görürler. Soyut yoktur kadınlarda, her şey somuttur. Gördükleri ve dokundukları her şeye sahip olmak isterler. Sahip olmak istedikleri her şey daha önce bir başka kadının sahip olduklarıdır. Çalıntı bir hayatları vardır. Kendilerine itiraz edilen her konuda “ama o da öyle yapmıştı, ama şu da şöyle yapmıştı” gibi karşı bir itirazları vardır.

 

Hayatı satın alınabilen şeylerden ibaret gördükleri için, gözlerini hep gezindikleri bir yerlerde bırakırlar; vitrinlerde, çok katlı apartmanlarda, arabalarda, yatlarda, sarraflarda…

 

 

 

Çocuklarına sıcak bir somun alabilmek için sabah ezanıyla kalkıp yatsı ezanıyla evine dönen kadınlardan haberi yoktur anlattığımız kadınların. Irgat kadınlardan, otobüs duraklarında servis araçlarını beklerken yağmurda kuş gibi titreyen işçi kadınlardan da haberleri yoktur. Anlattığımız kadınların savaşı sadece kendileriyledir. Dünyayı sadece kendilerinden ibaret gördükleri için dünyadaki herkesin kendilerine hizmet etmesi gerektiğini düşünürler. Ne yoksul kadınların, ne acı çeken kadınların, ne çocuklarının karnını doyuramadığı için gecenin bir vaktinde gözyaşı döken kadınların yaşadıkları umurlarında değildir… Bunlar, anlattığımız kadınlar için sadece birer figür birer konu mankenidir. Tiksintiyle bakarlar onlara, tükürür gibi, insan değillermiş gibi bakarlar… Evlerine temizlik için çağırdıklarında, evlerindeki her şeyin ne kadar kıymetli, ne kadar paha biçilmez olduğunu, ne zaman nerede alındığını veya kimler tarafından kendilerine hediye edildiğini üstüne basa basa anlattıktan sonra, bir şeyleri kırmasın, dökmesin, çizmesin diye de sıkı sıkı tembih ederler.  Alaycı bir üslupla söylerler bunu, alaycı, aşağılayıcı ve tehditkâr bir üslupla…  Kadınlar, kadınların düşmanıdır çünkü, en büyük düşmanları…

 

 

 

Kadınlar kendileri dışında başka bir şey olmak istedikleri için böyle ağır aksak yürüyor hayat. Kadınlar -neden erkeklerle eşit değiliz diyen kadınlar- öteki kadınların farkında olmadıkları için yaşanıyor bunca acı. Kadınlar, kadın olarak dünyaya gelmelerini dahi erkeklerin bir oyunu olarak görüyor ve bu oyunu bozmak istiyor. Kadere inanmıyor, olanla yetinmiyor. Çocuklarının ve eşlerinin ne düşündüğünü dizide olacaklar kadar merak etmiyor. Dizi kahramanları için döktüğü gözyaşlarını çocukları için dökmüyor. Gittikçe izledikleri dizinin bir parçası olmaya başlıyor. Dizilerdeki gibi bir aşk, dizilerdeki gibi bir hayat, dizilerdeki gibi bir eş ve çocuklar istiyor. Oysa bilmiyorlar ki bunlar ancak dizilerde oluyor. Çocukları ve kendi gelecekleri üzerine endişelenmeyen kadınlar dizi kahramanlarının başına bir şey gelecek diye öleyazıyor.  Ne çocuklarının eve geldiğinden ne de evden ne zaman çıktığından haberleri olmuyor. Kocalarının su gibi harcadığı paraların hangi yollardan kazanıldığının sorgusunu yapmıyor. Hep mutsuz, hep kaygılı bir hayatı yaşamayı, rüyalarındaki hayatı dizlerde aramaya devam ediyor.

 

 

 

Diğer taraftan öteki kadınlar eve sıcak bir somunla gelen kocalarına minnetle bakıyor. Çünkü o somunun nasıl bir alın teriyle hangi bedeller verilerek alındığını biliyor. Çektiği acılar umrunda olmuyor, olanla yetiniyor. Çocuklarını doyuramadan uyutmak zorunda kalan başka anneleri düşünüyor. Onlar için acı çekiyor, gözyaşı döküyor. “Onlarında bir işi olsaydı ne iyi olurdu” diye düşünüyor, dua ediyor. Komşusu açken tok yattığı için kendisinden utanıyor.

 

 

 

Dünya Kadınlar Gününde ekranlarda boy gösteren kadınların bu kadınlardan hiç ama hiç haberi olmuyor. Onlar, ellerindeki mızraklara yel değirmenlerine karşı savaşmaya devam ediyor, kendileriyle savaştıklarının farkında olmadan.

 

 

 

Bu yazı “Dünya kadınlar Günü” vesilesiyle yazıldı ama gördüğünüz gibi çoğunlukla erkekler anlatıldı. Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı eserinde kendisine “kadınlar üzerine ne düşünüyorsun?” diye soran acuze bir kadına, “kadınlar üzerine ancak erkeklerle konuşulur” demiş çünkü.

 

 

 

1857’de 129 işçinin yanarak hayatını kaybetmesine neden olan taleplerin günümüzde göz ardı edilmesi, kadınların daha çok ekonomik hayata atılmak üzerine kurguladıkları özgürlük mantığı, onların özgürlüklerinin ellerinden alınmasından öte bir işe yaramıyor.

 

 

 

8 Mart Dünya Kadınlar Günü, sadece emekçi kadınlara kutlu olsun.

 

Onlar ki, kendilerine sunulan köleliği ellerinin tersiyle itip insan onuruna yakışan bir yaşam için ateşe verdiler bedenlerini. Ve bir gün kazandırdılar kendilerinden sonra gelecek emekçi kadınlara: Dünya Emekçi Kadınlar Günü…

AdminAdmin